Ana içeriğe atla

Chapter 1 (poraz:yenilgi)


Küçük dünyamdan sevgilerle!
Ben de çok şaşkınım, kağıttan kalemden kendimi bilgisayarda yazarken buldum. Bir şeyler itmiş olmalı buna beni. Ben ne ara bu kadar düşünür oldum, ya da düşünmeyi ne zaman hiç bırakmadım?
Ortalama bir insanın gün içinde düşündüklerinin sanırım on binlerce katı sayıda şeyler düşünüyorum, engel olamadığım için de almış başını yürüyordu. Buna ne zaman bir dur demeliydim…
Şu an bile bir sürü şey düşünürken, kafamda bir sürü tilki dolanırken nasıl oluyor da bu satırları yazabiliyorum. Sanırım buldum! Evet, çünkü içimi boşaltıyorum, bu da bana bir nebze olsun zaman kazandırıyor. Hiçbir zaman sevemedim, bir önceki günümün bugünle aynı olmasını ya da bugünün yarın olacaklarla… bunu değiştirmek için bir şeyler yapıyor muydum, ııh..gayret ediyordum belki ama o kadar. Bana daha fazlası gerekiyordu. Daha çok çaba, motivasyon ve daha çok daha çok yenilgi. Evet doğru duydunuz, yenilgi. İlk bakışta akla “amaaan çok saçma bir durum, yenilgi de ne? Hem kim katlanmak ister ki yenilgiye. Herkes kazanmak derdinde, kimse kaybetmek, yani yenilgiye uğramak istemez ki… işte burada ışık benim için çoktan yanmıştı. Ben yenilgiyi tatmak istiyordum, kazanmaktan çok kaybetmek istiyordum. Ne zaman en çok hazzı yaşadım biliyor musunuz, yenildiğimde. Bana bir mahoş ferahlık geldi. Aha dedim herkes her zaman her şey ve her yerde kazanamayabiliyormuş. Her şeyin zıttı olduğu gibi yenmenin de bir zıttı varmış, o da yenilgiymiş. İşte benim hikayem de böyle başladı. Mutsuz bir çocukluk geçirmedim. Kendi içimde gayet mutlu bir çocuktum bence. O zamanlar sen fark etmediğin için hayatın gerçekleri, yani tokadı henüz sana vurmamıştı. Yılları ardında bıraktın, kâh güldün kâh ağladın. Ama bir şekilde bütün olanları kendi içinde sindirdin. Peki ne zaman bu kadar hissizleşip mutsuzluğumuzla baş başa kalmayı seçtik? Ne zaman “insanlar mutsuz hâllerimi görmesin, hep mutlu görünmeliyim” durumuna büründük. Durun durun ben size söyleyeyim, yenildiğinizde.
İşte anahtar kelimeyi çoktan bulmuştuk. Sanki dünyada hiçbir şey boktan gitmiyormuş gibi bizim dışarıdan çok gösterişli ama bir o kadar da zor durumda olan hayatımız kendini bir şekilde ele vermeyecek miydi? Ne zaman vazgeçecektik kendimize ve hayatlarımıza maske takmaktan? Herkesin berbat hallerini görene kadar mı, aa o da mı yetmezdi? Neydi bu sorunların çözümü?
Ya da olay sorunların çözümünü bulmak yerine onları benimseyip içselleştirmekte miydi? Hangisini seçerdiniz, mutluluğunla ve iğrenç yaşantınla bile olsa herkese karşı bunu sergilemeyi mi, yoksa hayatınızda her şeyin güllük gülistanlık olduğunu gösterip maskelerin ardında hayatın boyunca gizlenmeyi mi?

Chapter 2’yi yazana kadar bunu düşünüyor olmanızı dilerim.


                                          Sevgiler, Ş.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Chapter 3: Zaman

Eveeeeet, işte geldim buradayım. Ben de çok şaşkınım ve bir o kadar da heyecanlıyım. Çünkü 1 yılı aşkın süredir hiçbir şey yazmadıktan sonra bugün yazıyorum. Bugün sanırım iki şey bu duruma beni itti. İlki hiç tartışmasız Ece Targıt’ın “Çok Geç Değil” podcastiydi, ikincisi de sanırım dolunay.. bugün sabah uyandım ve cidden canım hiçbir şey yapmak istemedi, uyandım biraz vakit geçirmeye çalıştım evin içerisinde ama nasıl amaçsız nasıl hissiz. Sonra her sabah yaptığım gibi Ece’nin profilinde dolanırken yeni podcastinin yayınlandığını gördüm ve podcastin başından sonuna ciddi anlamda büyülendim. Podcastin ana konusu başlıktan da anlaşılacağı üzere hiçbir şey için geç olmadığını, yapılacak ya da yaşanacak durumların ya da fiilerin bize dayatılan zamanlarda gerçekleşmesi gerekmediğinin, biz ne zaman istersek o zaman istediklerimizi yapabileceğimizi yahut da yapmak istemediklerimizi yapmak zorunda olmadığımızı anlatıyordu. Örneğin toplum baskılarından biri olan “bence zamanın geldi evlenmeli

Chapter 2 (düşünmek)

Tam 1.5 yıl olmuş en son yazımı yazalı, inanamıyorum zaman bu kadar hızlı nasıl geçer?? Eveet başlığa dönersek okuduğunuz andan itibaren yaptığınız bir şey.. Kulaklarımı açtım ne o söylesin biri! Yesssss, düşünmek. Neden bu başlığı koyduğumu soracak olursanız dünyanın başından geçen amansız virüs corona sayesinde (yüzünde demek isterdim ama cümlemi bitirmeme izin verin pls 😂 ) herkes evde kal çağrısına uyduğu için gün içinde çook ama çook boş vaktimiz olduğundan mütevellit çok düşünüyoruz değil mi arkadaşlar? Ben hiç olmadığım kadar hem de. Belki de beni tekrar yazmaya iten şey buydu, evet düşünmek! Çok garip geliyor, bundan bir kaç yıl öncesinde deli gibi kpss çalışırken hey hayallere dalardım düşünürdüm. Bi evim olacak, istediğim gibi dekore edip her gün ama her gün dolu dolu aktiviteler yapacağım.. Ama hayat; eveeet Şevval, güzel düşünüyorsun ama gerçek hayatta işler her zaman böyle gitmiyor. Evet arkadaşlar her şey öyle tam da bizim istediğimiz şekilde olmuyormuş. Özellikle bahane

Chapter 4: Heyecan ve Geç Kalınmışlık Hissi

Aslında bakarsak bu iki zıt kelime birbirine çok yakın şeyler. Heyecan denince, heyecanlı anlar akla gelince hep geçmişe hatta çok geçmişe gidiyoruz ve bize iyi gelen heyecanlandıran bir olay anı aklımıza geliyor. Sonra o anın büyüsüne kapılıp şimdiki ana gelince diyoruz ki -vayy be neler yaşamışım, ne hazlarmış. Sonra diyoruz ki; Artık bu kadar heyecan verici şeyler yapmadığımızı fark ediyoruz. Şu durum ve olaylar aslında beni ne kadar da çok heyecanlandırmış. Ama şimdi bakıyorum da heyecan verici şeyler bulmakta bayağı zorlanıyorum. Şimdi anladım ki çok şeye geç kalmışım. Gördünüz mü, geç kalınmışlık hissi burada da peşimizi bırakmadı. Üniversite danışman hocamın attığı bir araştırmayı okurken orada heyecan verici bir anınızı hatırlayın, aklınıza getirin ve 5 satır yazın diyordu. Ama Şevo durur mu başladım yazmaya (hem belki chapter 4 olur diye düşündüm). Ekmeğimizin peşindeyiz be 😊 ))))))) Güzel bir geleceğin bizi beklemediğini düşünsek de bunu şekillendiren hep ama hep biz