Küçük dünyamdan sevgilerle!
Ben de çok şaşkınım, kağıttan
kalemden kendimi bilgisayarda yazarken buldum. Bir şeyler itmiş olmalı buna
beni. Ben ne ara bu kadar düşünür oldum, ya da düşünmeyi ne zaman hiç
bırakmadım?
Ortalama bir insanın gün içinde
düşündüklerinin sanırım on binlerce katı sayıda şeyler düşünüyorum, engel
olamadığım için de almış başını yürüyordu. Buna ne zaman bir dur demeliydim…
Şu an bile bir sürü şey düşünürken,
kafamda bir sürü tilki dolanırken nasıl oluyor da bu satırları yazabiliyorum.
Sanırım buldum! Evet, çünkü içimi boşaltıyorum, bu da bana bir nebze olsun
zaman kazandırıyor. Hiçbir zaman sevemedim, bir önceki günümün bugünle aynı
olmasını ya da bugünün yarın olacaklarla… bunu değiştirmek için bir şeyler
yapıyor muydum, ııh..gayret ediyordum belki ama o kadar. Bana daha fazlası
gerekiyordu. Daha çok çaba, motivasyon ve daha çok daha çok yenilgi. Evet doğru
duydunuz, yenilgi. İlk bakışta akla “amaaan çok saçma bir durum, yenilgi de ne?
Hem kim katlanmak ister ki yenilgiye. Herkes kazanmak derdinde, kimse kaybetmek,
yani yenilgiye uğramak istemez ki… işte burada ışık benim için çoktan yanmıştı.
Ben yenilgiyi tatmak istiyordum, kazanmaktan çok kaybetmek istiyordum. Ne zaman
en çok hazzı yaşadım biliyor musunuz, yenildiğimde. Bana bir mahoş ferahlık
geldi. Aha dedim herkes her zaman her şey ve her yerde kazanamayabiliyormuş.
Her şeyin zıttı olduğu gibi yenmenin de bir zıttı varmış, o da yenilgiymiş.
İşte benim hikayem de böyle başladı. Mutsuz bir çocukluk geçirmedim. Kendi
içimde gayet mutlu bir çocuktum bence. O zamanlar sen fark etmediğin için
hayatın gerçekleri, yani tokadı henüz sana vurmamıştı. Yılları ardında
bıraktın, kâh güldün kâh ağladın. Ama bir şekilde bütün olanları kendi içinde
sindirdin. Peki ne zaman bu kadar hissizleşip mutsuzluğumuzla baş başa kalmayı
seçtik? Ne zaman “insanlar mutsuz hâllerimi görmesin, hep mutlu görünmeliyim”
durumuna büründük. Durun durun ben size söyleyeyim, yenildiğinizde.
İşte anahtar kelimeyi çoktan
bulmuştuk. Sanki dünyada hiçbir şey boktan gitmiyormuş gibi bizim dışarıdan çok
gösterişli ama bir o kadar da zor durumda olan hayatımız kendini bir şekilde
ele vermeyecek miydi? Ne zaman vazgeçecektik kendimize ve hayatlarımıza maske
takmaktan? Herkesin berbat hallerini görene kadar mı, aa o da mı yetmezdi?
Neydi bu sorunların çözümü?
Ya da olay sorunların çözümünü
bulmak yerine onları benimseyip içselleştirmekte miydi? Hangisini seçerdiniz,
mutluluğunla ve iğrenç yaşantınla bile olsa herkese karşı bunu sergilemeyi mi,
yoksa hayatınızda her şeyin güllük gülistanlık olduğunu gösterip maskelerin
ardında hayatın boyunca gizlenmeyi mi?
Chapter 2’yi yazana kadar bunu
düşünüyor olmanızı dilerim.
Sevgiler,
Ş.
Yorumlar
Yorum Gönder